انتحال و تر حقى جمعيتى

The Committee of Undertaking and Plagiarism

18 Ekim 2013

Kapı

   (...)
   Kapının önünde elinde bavulu, kuş şakırtısı bakışlarını dikiyor gözlerime. "Hadi, sen de gel. Buralar bize göre değil. Hiçbir insan yaşamaz buralarda. Gel köye gideriz, misafirim olursun birkaç gün, istersen. Sonra, sonra, sonra sana hemen bir koyun keserim. Bizim hanım var ya, çok güzel yemek yapar. Hele bir etli pilav yapar ki, pilavla birlikte parmaklarını yersin, parmaklarını! Sonra, sonra, sonra, birkaç gün sana etrafı gezdiririm. Bu para ikimize de yeter. Büyük kıza bir etek alsam..."
   Dudaklarım duvar. Her kelimenin gömülü olduğu bir toplu mezar. Ne diyebilirim ki. Keşke konuşma denilen o eyleme sahiplik yapabilseydim. Sessizliğim yaşlanarak ayaklarını sürümeye başlayınca, gelmeyeceğimi anlıyor, tümden beyazlamış saçlarını yeni yetme bir delikanlı çabukluğuyla tarayıp, gülüşüne sevincin ışıltısını iyice bir sürdükten sonra, kucaklıyor beni. "Sen de çok kalma buralarda, köye mutlaka bir uğra." 

   Elini kapıya uzatıp itiyor hafifçe. Açılmıyor kapı, tekrar deniyor, kapı yine açılmıyor. "Bu kapının kolu nerede?" diye kızıyor. Yaptığı denemeler başarılı olmayınca, başlıyor iki eliyle kapıyı itelemeye. Her sonuçsuz denemesinden sonra yüzündeki öfke duvarı bir karış daha yükseliyor. "Yardım et bana, açalım şu kapıyı." Kıpırdamadığımı fark edince, öfke yıldırımlarının çaktığı bakışlarını bana çeviriyor, iki bucak iki üç adım geri çekiliyorum.