(...)
Gülümseyerek teşekkür etti kız. Kaldırımdan indiğimde, başörtülü yaşlıca bir kadına rastladım. Orada dikiliyor, elindeki erkek çoraplarını satıyordu. Şehrin her yanı çorap satıcılarıyla doluydu. O kadar ucuzdu ki çoraplar "hemen delinse de ziyanı yok, atarım" diye düşünüp alıyordunuz. Nitekim sokaktan aldığın çoraplar hemen deliniyorlardı, dükkândan aldıklarımın çoğu da.
"Üçü bir milyona."
Yaşlı kadından üç çorap aldım, bir milyonu verdim.
Birkaç kez teşekkür etti kadın. Sonra da "Allah senden razı olsun" dedi. Sonra bu duayı, ona çok büyük birşey bağışlamışım gibi bir daha tekrarladı. Şaşılacak bir yumuşaklıktaydı. Dua onun ağzında, dilencilerin ağzındaki gibi değildi. Zaten yaşlı kadın dilenci değildi Ya bu dünyada yalnız kalmıştı, kendi kendini geçindiriyordu ya da çocuklarına, belki de torununa, torunlarına bakıyordu.
O çoraplardan birini İstanbul'dayken giydim. Birini de yurtdışına giderken yanıma aldım. Kaçıncı defadır yıkayıp giyiyorum, delinmedi.