انتحال و تر حقى جمعيتى

The Committee of Undertaking and Plagiarism

17 Temmuz 2012

Çekirge


   Lânet bacadan nasıl düşüverdiğimi anlamamıştım. O olsa, "Bacanın tepesinde ne işin vardı ki?' derdi, ama yoktu. Nitekim düşenin dostu olmuyordu, aslen sıçrayanın da. Zıplayarak indim ben de. Bilmem kaç katlı binanın aşağısına doğru. Kapılar kapalı, ışıklar sönüktü. Hareketlerimi algılamayıp da yanmayan ışığa da tepem attı. Zıplayarak indim merdivenleri (...Zıplayarak ineceksin bu merdivenleri). Cehennemî bir yerdi. Karanlık. Çıkışsız. Bazen neden O'nu dinlemem gerektiğini anladım. Sıçrayarak indim, birer ikişer. Aydınlık bir kapı vardı ama bu kapı da kapalıydı. Sıçradıkça aşağı katlara doğru, kesif bir koku sardı ortalığı. Küf. "Bu küf cehenneminde mahzur kaldım" diye cıyakladım, otomat ışıklarından başka duyacak kimse yoktu. o da şahsıma tepkisizdi.   
   Bir kat daha indim, iğrenç koku havaya çökmüştü, köşe başlarına da örümcekler. Bir tanesiyle göz göze geldim, sıçrar gibi yaptım. Dandik örümcek arkasına bakmadan kaçtı, kapılardan birine doğru. Yolun sonuydu. iki kapı vardı. Elbet kapalı. "Kapılar hep kapalı mı kalmak zorunda" minvalinde cıyakladım, yeni-yetme bir kömürlük sineği yanımdan geçti gitti. Otomat zaten. Aldırmadan. Gençliğine verdim, daha uçamayan bir sineğe halel vermek bizde yoktu. O olsa öyle derdi. Şimdi bir çeşme başında, yeşillikler içinde cıyaklıyordu muhtemelen. Karanlığa alışmıştı gözlerim. etrafıma bakıyordum. kapılardan birisinin altından bir 'meltem' esiyordu, lâkin altından, orasından burasından geçemeyecek kadar da kocamandım. Sıçrayıp yokladım. Evet. Dizim geçse, Kellem ve sırtım geçmezdi. Az önceki yerime, 'iki kapı arasındaki araf'a sıçradım. Artık anlamıştım, kaçınılmazdı. Bu karanlıkta, küf ve nem cehenneminde olacaktı sonum. Oysa sıçrayabilirdim yukarı doğru o lânet çatı-katına doğru. Mecalim kalmamıştı. tükenmiştim.
   Işık yandı birden. Afalladım. Otomatın karanlığımla aydınlanmış olabileceği düşüncesini saniyesinde silip attım, karşı kapı açılmış, ardında baştan aşağı siyah giyinmiş bir herif zuhur etmişti. Sakallı, pis ve kapkara. Demek ki artık tırpanla dolaşmıyorlardı. Döndüm ona, anlamayacağını bilsem de baktım, antenleri kıpırdattım "Çok yorgunum, anla" demekti bu. Anlamadı. Kapı kapandı. Karanlık. Bu kadar yıpratmamalıydı bir son. 
   Tekrar yandı ışık. Kanmadım. Hazırdım. "Milletin kapısına fare gelir, benimkine gelene bak, böyle talihimi sikeyim"di. Neden sonra ağzının kenarında birkaç gün önceden kalmışçasına kokan tebessümüyle "Fare kadar bi' de,"ydi akabinde "bunu yapmak istemezdim"di. Yan döndüm, görebileceği veçhile. O kadar 'kocaman' olmadığımı, gördüğü diğer türlerin cedlerinden olduğumu ifşa peşindeydim. Nafile. 
   Yaklaştı. gerçekten hazırdım. Benden yana anladığı tek şey buydu zaten. Ben bu karanlık, izbe, zaten ölümün, çürümüşlüğün kokusuyla egemen olduğu yerden çıkamadıkça, bu 'kurtuluş'tan başka bir şey olmayacaktı. Direnmedim. Üstüme bir kağıt parçası attı. Kibardı. Otomatın ışığı gitmedi, ama her taraf karardı. Böyle bir şeydi, ürkütmüyordu. 
   Önce bacaklarım çatırdadı, sonra sırtım. Azrailkılıklıherif işini iyi yapmak isteyen sikik bir kiralık katil gibi, kağıt parçasının üzerinden yokladı. Can havliyle - varoluş, istenmediği anda bile varolmaya koşullayan bir programdan başka bir şey değildi - kağıdın ucundaki aydınlığa doğru bir hamle yapmaya kalkıştım, sıçrayayazdım. O esnada tepemde son bir sertlik hissettim. "Gerçekten özür dilerim, senin yerine öldürmek istediğim milyonlarca insan var"ını duyabildim bu lânet azrailin. Çatırdadım.



   İTC

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder