انتحال و تر حقى جمعيتى

The Committee of Undertaking and Plagiarism

18 Aralık 2013

Soru

Yaşlıların anılarını yazmalarını salık veriyordu sevgili Mîna Urgan. Onca zenginse yaşadıkları kişinin, öneriye katılabilir insan. Yoksa düşündükçe sıradanlaşıyorsa, kendi öngörüsüzlüğü, başka öğeler yüzünden ya da rastlantıların batağında boğulmuşluklardan oluşuyorsa bir yaşam, anlatılmasından bir yararı umulabilir mi? Belki, yazarın hesaplaşma adı altında aklanma, başkalarını suçlama gereksinmesi doyurulmuş olur; dahası, yaşadığı sınırlı sürede oluşan toplumsal, siyasal olayların -hiçbir zaman gerçeğe uymayacak- yüzeysel irdelemeleriyle oyalanmasına olanak verir. 

   Rakı içiyorum. Can Yücel de "İçkiyi, sigarayı bırakamıyorum," diyordu. Çok zeki, can adam. Benden üç yaş küçük. Üstelik bademcik kanserine tutulmuştu. Sağlığına yapışıp kalmadı işte. N'olursa olsun (mu?) Dramatik öğesi ağır basan şiirler. Hiç de espri uğruna üretilmiş değil. Beni sevmişti sanırım. Şimdi ne kendine ne bana kızamaz. Değer yargısı da hafif kalırdı söyleyecekleri yanında. 
   Şimdi ben ne yapıyorum. Aklıma eseni mi? Çağrıştıran kişiler mi diziliyor karşıma. Onca az ki! Süzdüğüm zaman, kalmıyor tortusu. Oktay Rifat? Dönüp bakıyorum ona. Bakabiliyorum ya, çok seyrek. Bardakçı'da Mehmet Ali Aybar, O, biz. Aybar, uyması kesin zorunluluk diyetini biraz aralamış, bizimle içmişti bir duble. Oktay da keyifliydi. Didim'den gelmişler. Demek ikinci kez görüşebilmiştik. İlki evinde. Birlikte oyun yazmayı önermişti bana. Edip Cansever vardı, Cevat Çapan... Hele ki Çapan sağ, gömük, hınzır gözleriyle... 

   Ümit, "Yaşlılığın tadını çıkar," diyor. Ne tad ama. Yaşlanmamak olası değil ki, böyle bir avuntuya sarılamam. Yaşlanmamayı kendi istençleriyle gerçekleştirebilenlerin bilinçaltı sezgileri olsa gerek, yine de olacakların beklentisi, korku salmıştır yüreklerine. 
   On dakika önce bitti, melodram. Saçmaydı konu, veri, neden duygulandın öyleyse. Hiçbir şey ilgime değer görünmüyor. Ne yapsam? Genç yaşlarımda da bu bozgunu sıkça yaşadım. Onun için alkolden medet ummuş olmalıyım. Şimdi? Daha beter. 
   Belge olsun diye mi karalıyorum bu satırları? Aklı başında birinin yapacağı en akıllıca iş, anlamsızlığa sürüklenen kafayı uyuşturmak değil mi? 
   Tek engel, insanın yine kendi öz benliği, egosu. Yoksa geride kalanların çekeceği geçici acıya bel bağlamak tam bir kaçış senaryosu. 
   Peki anlatmayayı deneyeyim. Çıkmazdan çıkmaza sürüklenmekten başka bir çıkış yolu görünmüyor. Kişi oyalanmak için oyalandığının ayrımında ise, oyunu mutlaka yarıda bırakır. Ben her zaman ayrımında olduğuma göre bedeni sürüklemekten başka bir işe yaramıyor düşüncelerim. Tam paranoyak ya da manik depresyon belirtileri. Tıp öğrencilerine malzeme. Ama daniskalarını okumuş, gözlemlemişlerdir. Desene bu aldatmaca da sökmüyor. Öyleyse? Gramofon iğnesinin takıldığı ince çatlak. Peki sürekli bu kısır döngüyü anlatı. Diski çeviren güç tükeninceye değin. Elbet tükenecektir, disk de dönüşünü durduracaktır. Bu saptama, rahatlatmalı değil mi? Sonsuza dek, (dek) de sınırsız değil demek ki... dönüş sürmeyecekse, bu telaş, iç fırtınası niye...
   Oduncasına yaşa ahmak. Durduramıyorsan bile beynin işlevlerini, en aza indirge. Örneğin acıkıyorsan, bırak, acık. İşeyebiliyorsan, bırak, işe. Bitkisel yaşama en yakın biçimde sürdür canlılığını. Bunca vurdumduymaz olunabiliyorsa, algıların, sanatın, daha nice uğraşıların anlamı ne? 
   Liszt çalıyor TV'de. Yine de TV1 çekilebilir gösteriler sergiliyor. Öbür kanallar, zırvalamalar üzerine. En sıradan oyalanmaya bile olanak yok. 
   "Sevgi," deniyor, sıkışınca. Onun da nice yozlaşabileceğini yaşamış biri olarak içine tükürebilirim. Peki ben neyim? İnce hesaplar yapmıyor muyum? Yapıyorum da, belki bağışlanabilecek tek bencilliğim, başkalarını pek fazla bunaltmamak dileği...



   Vüs'at O. Bener, Kapan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder