انتحال و تر حقى جمعيتى

The Committee of Undertaking and Plagiarism

13 Aralık 2011

Köpek

   Çenem canımı yakarak öne çıkmak istiyordu, engelledim. Parmaklarım kısalıp pençeleşmeye meyilliydi, izin vermedim. Ama bakışım başkalaştı. Renkler soldu, şeyler siyaha ve beyaza döndü. Bir tür gri bindi nesnelere. Nesneler kendileri gibi olmaktan hoşnutsuz görünüyorlardı. Meğer kaynaşırlarmış. Sonsuz bulamaç. Fokurdar gibi değil, sonsuz sayıda gözenek büyüyüp küçülüyor, doğup patlayan baloncuklar halinde hızla görünüyor ve yok oluyorlar ve hemen yerlerini yenileri alıyor, oluşum sürüyor ve bu iyice tedirgin edici. Birbirlerini dirsekleyerek öteye itmeye ve kendilerine yer açmaya çalışan, fakat bunu asla tamamen başaramadan ölüveren sayısız kabarcık. Bir bank kendinden bunalmış gibi, köpük içindeydi. Böyle olmak, böyle kalmak bu denli zorsa, neden buna bunca çaba? Ağaçlar, çırpınan kuşlar, hele köpekler, acılar içinde kendilerini bir arada tutmak için çabalıyor, kendi üzerlerine bükülüp kapanıyorlardı biteviye. Böyle bakınca işler hiç de iyi gidiyor gibi görünmüyordu. Demek nereden bakılsa iyi gidiyor gibi görünmüyordu işler. 


Cansızlar daha az acı çekiyor gibi görünüyor. Hiç değilse bir beden olarak acı çekmiyorlar, sadece varlıklar ve bu bile pek kutlu bir şey değil. Bedenlerse kendilerini sürdürmek için çırpınıyorlar. Her an parçalanıp huzura ermek isteyen o kımıl kımıl organizmalar, hepsi ölmek ve rahat etmek için can atıyor. Ama içlerinden gelen ve yükselen sapkın ve anlaşılmaz bir güçle sürdürüyorlar kendilerini. Varlığın bu kendini bir arada tutma çabası, bize kimin verdiğini bilmediğimiz bu çürütücü ceza, bu boyunda değirmen taşı, bu kutup buzu tadındaki yaşamaktan nedense vazgeçemeyiş... Ayrışıp çözülmeliyiz. Öte yandan şu da ortada: Cansızlar dünyasına gerileyiş maddeyi, bu temel taşı, bu yapı elemanını yok edemeyecekse ki edemiyor, ölmek ne işe yarayacak? Belki daha ilkel düzeyde, daha az korkunç acılar bekliyor bizi, ama bekliyor. Var olmak, varlık kendisi ne beter bir talihsizlik. Fakat hiç değilse, bu az çığlıklı nesneler dünyası, bu iyidir, etrafa saçılan enerji paketçikleri, patlamalar ve oluşmalar. Toprağın beni emmek ister gibi kendine çekmesinin anlamı ne? Ve bu köpek, bu boğuk varlık benden ne istiyor? 
Herkesin istediğini... O da. O da. O da benden kendisinin aynısı olmamı, varlığının acısını yok saymak üzere örgütlenmiş boktan aklıyla şeyleri yemeyi ve sindirmeyi, birileri bizi yiyip sindirene dek bu saçma var oluşu ne, ama ne pahasına olursa olsun, ne kadar yanarsa yansız canımız, gerilemeden, kendini bir arada tutma işine adamayı ve yaşamayı ve yaşamayı istiyordu ve o yapıyorsa doğruydu; ben de yapmalıydım. Yaşayan her şey beni yaşama çekiyor; cansız her şey ise ölüme. Ama bu kategori, yani önce yaşamış olmak işi zor olsa gerek. Belki de esas çelişki budur; sadece canlı olmalı ve böyle sürmeliydi. Bir canlı ölü olmada zorlanıyor, açık. Ama bildik ve basit bir şey bu; yaşayan her şey ölüyor, sadece bir zaman sorunu bu. O halde yaşamak kadar gelip geçici, çürük, temelsiz bir şey için neden kendimizi parçalayıp dururuz?
   Bütün bunlara boş vermeli, koklamanın zevkine bırakmalıyım kendimi ve diretmekten vazgeçmeliyim. Vazgeçtim. Ey çalınan çanları tenimin... 

   (...)



   Hüseyin Kıran, Resul 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder