(...) Başka bir kez, kent dışında bir evde oturuyordum, bir köpek, bir çift kedi ve üç kara yavrusuyla yalnızdım. Dişi kedi yavrularını besleyemiyordu.Yavrular birer birer ölüyordu. Odalarını pislikle dolduruyorlardı. Her akşam dönünce, birini iyiden iyiye katılaşmış, ağzının uçları dışarı kıvrılmış buluyordum. Bir akşam sonuncuyu buldum, anası yarı yarıya yemişti onu. Şimdiden kokuyordu. Ölü kokusu sidik kokusuna karışıyordu. O zaman tüm bu düşkünlüğün ortasına oturdum, ellerim pisliğin içinde, bu çürüme kokusunu içime çeke çeke, uzun zaman, bir köşede kımıltısız duran kedinin yeşil gözlerinde parlayan bunak aleve baktım. Evet. Bu akşam da böyle. Yokluğun belirli bir noktasında, hiçbir şey hiçbir şeye götürmez olur, ne umut, ne umutsuzluk köklü görünür, tüm yaşam tek bir imgede özetlenir. Ama ne diye durmalı bunun üzerinde? Basit, evet, her şey basit, deniz fenerlerinin bir yeşil, bir kırmızı, bir ak ışıklarında, gecenin serinliğinde, kentin ve çöplüğün bana kadar gelen kokularında, her şey basit. Bu gece, bana doğru gelen şey, bir çocukluğun görüntüsüyse, ondan alabileceğim aşk ve yoksulluk dersine nasıl kucak açmam? Bu saat evetle hayır arasında bir aralık, bir duraklama gibi olduğuna göre, yaşama umudunu ya da yaşama tiksintisini başka saatlere bırakıyorum. Evet, yitirilmiş cennetlerin saydamlığını ve basitliğini toplamalı yalnız: bir imgede toplamalı. Geçenlerde bir oğul, eski bir mahallede bir eve, annesini görmeye böyle gitti işte. Karşı karşıya oturdular, sessizlik içinde. Ama bakışları karşılaşıyor:
"E, anne."
"E, işte."
"Sıkılıyor musun? Çok konuşmuyor muyum?"
"Hiçbir zaman çok konuşmazdın ki."
Dudaksız, güzel bir gülümseme eriyor yüzünde. Doğru, hiç konuşmamıştır onunla. Ama ne gereği var aslında? Susunca, durum aydınlanır. O onun oğludur, o da onun annesi. Annesi ona "Biliyorsun," diyebilir.
(...)
(...)
Albert Camus, Tersi ve Yüzü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder