انتحال و تر حقى جمعيتى

The Committee of Undertaking and Plagiarism

27 Eylül 2011

Şans


   Önce yaşlılardan başlıyor: bacakları, dişetleri şişiyor, sekilerin üstüne yatmış inliyorlar, kimsenin anlamadığı bir şeyler sayıklıyorlar. Hastalık ocaktan ocağa yayılıyor. Ocaktan ocağa gidiyor İvan Romaniç dua etmek için, iyileştirmek için, ikonanın önünde eğiliyor, yüz defa, iki yüz defa, ter içinde, zorla ama böyle daha iyi hissediyor kendini. 
   Matriona-Pliasseya sobanın üstünden ihtiyara gülüyor: 
   - Hayır, yiğit adam! Eğer bacakların seni taşıyorsa dans etmelisin; bu seni ibadetten daha çabuk iyileştirir. 
   Ama Matriona, artık sekisinden inemiyor. Şişesinden bir yudum alıyor, şarkılarını söylüyor, ocak şeytanı sessizce eşlik ediyor ona. 
   - Stepka, hey, duyuyor musun, Stepka, nasıl eğleniyor? Kilerdeki şişelerin üzerinde oynuyor. 
   Stepka'yı yaşlı kadını beklemesi için koymuşlar. Bir köşeye büzülmüş, gözleri kocaman. Tanrım, ne olur biraz aklını başına toplasa; sayıklıyor, deli bu kadın. 
   Pencerede yıkanan gece. Stepka İvan Romaniç'i bulmak için koşturuyor; Matriona son saatlerini yaşıyor: onun için dua etmek gerek. 
   İvan Romaniç dönüyor, yaşlı kadının yanına, sofaya tırmanıyor, ağaçtan oyulmuş bir haç tutuyor. Ama Matriona gözlerini açıyopr ve altından bir deste oyun kağıdı çıkarıyor: 
   - Geldiğin iyi oldu. Stepka, zavallı aptal, oynamayı bilmiyor: ikimiz koz oyunu oynayalım. 
   İvan Romaniç gülüyor, yanına oturuyor onun. Yeşilimsi ayin kaftanı, üç kazık boyunda, yaslı yüzüyle: ininden çıkan şeytan mutlaka, yaşlı kadını geri getiren. 
   Böylece koz oyunu oynuyorlar. Yaşlı kadının şansı var; hayatında hiç bu kadar şanslı olmamıştı. Kupa kızı gelse yetiyor, oyun bitecek. 
   Kupa kızı geliyor. Yaşlı kadın bir kahkaha patlatıyor ve bütün kozlarını orada bırakarak ruhunu Tanrıya teslim ediyor. 



   Yevgeni Zamyatin, Kuzey

23 Eylül 2011

Sonuç


    (...)
   O sırada korkunç bir şey oldu. Yüce Sentez profesörü daha fazla dayanamadı. Atışın isabeti, hâkimiyeti ve simetrisiyle büyülenerek, bizim hayranlık çığlığımızla incinerek o da eksenden çıkıp, ateş etti, Fiora Gente'ın küçük parmağına isabet ettirdi ve kısa, soğuk ve gırtlaktan çıkan bir sesle, alaycı alaycı güldü. 
   O zaman Çözümleyici yeniden ateş edip, Bayan Philifor'un diğer serçe parmağını ayırdı, kadın diğer elini ağzına götürdü. Hayranlık çığlığı attık. Çeyrek saniye sonra, Sentezci'nin altı-yedi metre uzaktan yanılmaz bir kesinlikle gerçekleşen atışı Fiora Gente'ın ikinci küçük parmağını koparıyordu. Kadın elini ağzına götürdü; hayranlık çığlığı attık. Ve bu böyle devam edip gitti. Ateş sürüyordu, kesintisiz kızgın, şiddetli ve tam bir görkem oluşturan mükemmel ateş, ve parmaklar, kulaklar, burunlar, dişler rüzgârın silkelediği bir ağacın yaprakları gibi düşüyordu. Biz tanıklar, şimşek gibi hızlı atışların isabetiyle ağzımızdan çıkıveren coşku çığlıklarını atmaya bile fırsat bulamıyorduk artık. İki hanım birazdan bütün ellerinden, ayaklarından ve doğal çıkıntılarından yoksun kaldılar: Düşüp ölmedilerse, sadece ölmeye fırsat bulamadıkları içindi ve ayrıca öyle sanıyorum ki, bu kadar mükemmel bir atışa maruz kalmaktan da müthiş bir keyif duyuyorlardı. Sonunda cephane tükendi. Colombo'lu usta son mermisiyle Fiora Gente'nin sağ akciğerinin üst kısmında bir delik açtı. Hayranlığımızı bir kez daha bağırarak belirttik, sonra sessizlik hâkim oldu. İki gövde öldü, yere düştü ve iki nişancı birbirine baktı.

19 Eylül 2011

Kuş

   (...)
   Bütün bunları yeniden düşünerek sokağa çıktım. Çok üzücü bir olayı anımsadım: Totoca'nın çok güzel bir iskete kuşu vardı. Totoca taze darı verdiğinde, yavaşça parmağına tırmanırdı. Kapıyı açık da bırakabilirdik, hiç kaçmazdı. Bir gün, Totoca onu dışarıda, kızgın güneşin altında unuttu. Ve yakıcı sıcak, kuşu öldürdü. Zavallıcığı avuçlarında sıkan Totoca gözlerimin önünde, ölü hayvanı yanağına dayamış ağlıyor, ağlıyordu.
   "Bir daha hiç kuşum olmayacak," diyordu. "Hiç, hiç."
   Yanındaydım, ona şöyle dedim.
   "Benim de Totoca, benim de bir daha hiç kuşum olmayacak."
   Doğruca şekerportakalının yanına gittim.
   "Xururuca, bir şey yapacağız."
   "Nasıl bir şey?"
   "Birlikte biraz bekleyeceğiz."
   "Kabul."
   Oturdum, başımı onun cılız gövdesine yasladım.
   "Neyi bekleyeceğiz, Zezé?"
   "Gökyüzünden güzel bir bulutun geçmesini."
   "Ne yapacağız onu görünce?"
   "Kuşumu bırakacağım."
   "Evet, artık ona gerek kalmadı," Gökyüzüne baktım. "İşte şu, Minguinho," dedim ve ayağa kalktım. Çok duygulanmıştım. Gömleğimin önünü açtım.
   "Bak Minguinho."
   Kuşumun, cılız göğsümden koptuğunu hissettim.
   "Uç, küçük kuşum, yükseklere uç. Uç da Tanrı'nın parmağına kon. Tanrı seni başka bir küçük çocuğa yollayacak. Benim için şarkı söylediğin gibi onun için de söyleyeceksin. Hoşçakal, benim güzel kuşum!"
   İçimde büyük bir boşluk hissettim.
   "Bak, Zezé. Bulutun parmağına kondu."
   Başımı Minguinho'nun göğsüne dayadım ve bulutun uzaklaşışını seyrettim.
   "Ona hiçbir zaman kötü davranmadım."
   Başımı dala doğru çevirdim.
   "Xururuca!"
   "Ne var?"
   "Ağlamak kötü bir şey mi?"
   "Ağlamak hiçbir zaman kötü değildir, budala. Neden sordun?"
   "Bilmiyorum. Bir türlü alışamadım. Sanki yüreğim boş bir kafes..."



   José Mauro de Vasconcelos, Şeker Portakalı

15 Eylül 2011

Yıldız

Her yerde aradım,
ve hiçbir yerde bulamadım
Bu yüzden kaldırıyorum kanayan dilgiyi
Ve saplıyorum en derine kederi

Sonsuz göklerin ışıldayan bedenleri
Sahip tinim için
Soğuk cazibesine
Ölümün karşılayan gözlerinin
Gizlisine doğru ruhumun
Bunlar eskinin idealleri



Arcturus, Ad Astra
Çeviri: İTC

8 Eylül 2011

Uzuv-Söküm

   Müzik-ilhamlı yazmayalı epey oldu'dan ziyade hiç yazmadığımızı belirtmekle başlamak gerek. Her ne kadar yıllarca takip ettiğimiz metal müzik sınırlarının artık ucunda geziniyor olsak da, yeni coğrafyalara yeni iklimlere doğru bir seyahatin biletini taşıyorsak da yine de yıllarca gözün içinde birkaç oda+bir salon yer ayrılmış death metal üzerine ve özelde de Dismember üzerine bir şeyler yazmak gerekiyor. 
   Death metal dendiğinde akla sert bir tını ve gürleyen vokaller gelir. Bu bir nevi, bu alt-tarzın (burada genre denmeye çalışılıyor) temel yapıtaşı olsa da göz ardı edilen birkaç yan daha var. Metal ve türevlerinde tını kadar söz bütünlüğüne de dikkat etsek de death metal bu bağlamda pek çığır açan bir alt-tarz değil. Zira bu tarza dışarıdan bakıldığında görülecek mezkûr yapıtaşlarına bir de 'sığ' sözler eklenebilir. Fakat death metal çıkışı itibariyle anti-militarist, sistem-karşıtı ve sistem sorunlarını dile getiren bir müzik tarzıdır. Bilhassa iki dala ayrılmış  bu tarzın, hem Florida hem de İskandinav damarında bu gözlemlenebilir. Amerikan death metali nüvesi ve sonraki evrimi itibariyle thrash metalden pek ayrılmadığı için bahsedilen bu veçheleri gözetmek daha da kolay olabilir. Öte yandan genelde İskandinav ve özelde İsveç death metaline geldiğimizde bu durum biraz daha çeşitlilik arz etmekte. Göteborg ve Stockholm metali de birbirinden kayda değer ayrımlar sergilemekte. At the Gates, In Flames, Dark Tranquillity gibi death metalin başına 'melodik' sıfatını eklemiş ve bu bağlamda yeni bir alt-tarz yaratmada muvaffak olmuş Göteborg tarzı yanı sıra Stockholm'den çıkış yapan gruplar bu evrimleşmede türe daha sadık kalmış - ve deneysel yeniliklerin bu bağlamda peşinen önünü alarak - ve tarzı daha kısıtlı bir düzeyde icra etmişlerdi. 

Dismember, 2008
   Dismember da bu ikinci daldan gelen bir grup. Yıllar içinde onca İsveçli - tarz-dışı da olsa bunlara Norveç'ten çıkan ve ilerleyen safhalarda ister avant-garde adı ister de deneysel adı altında olsun yeni tınılar ve tarzlar geliştiren gruplara nazaran, Dismember özü itibariyle death metali muhafaza etmiştir. Bu yazının müsebbibi olmayı başarmış albüm de bahsedilen grubun 2008 tarihli son albümü (Grup albüme ilk kez kendi adını veriyor). Stockholm tınısı daha çok İngiliz Klasik Metalinden etkilenmiş olmakla birlikte tarz itibariyle eşleniği olabilecek Göteborg metali ile melodi açısından pek geri kalmıyor. Elbette bunda Dismember'ın payı çok büyük. Dismember albümüne genel bir göz atıldığında death metalin anti-militarist vurgusu ("Under a Bloodred Sky") hâkimken öte yandan death metalin diğer alt-türlerinde ('Gore' denen türe kadar uzayan') hâkim olan şiddet ve bir nefret söylemini de bulmak mümkün. Bu açıdan bakıldığında kimsenin tutarlılık beklemediği önkoşuluyla, Dismember'ın - çizgisini devam ettirme bağlamında - başarılı olduğu söylenebilir. Ancak sözlerin sığlığı; kan, şiddet veya herhangi bir sapkınlığın çok sathî şekilde dile getirilmesi büyük eksiklik. Elbette böyle olunca, insan sözleri bırakıp Dismember'ın yaptığı en güzel şeylerden birine kendini kaptırabilir. O da elbette Iron Maiden ve Britanya'dan çıkmış klasik metale atfedilebilecek melodik sololar. Bahsettiğimiz şarkı, tema itibariyle en iyi tabiriyle vasat bir 'kıyamet günü' anlatırken; yine aynı beylik bir din-karşıtı söylemiyle inananların zavallılığını öne çıkarmakta. Öte yandan, sözler bir kenara bırakıldığında, şarkının ikinci yarısındaki devam eden uzun melodiler bu yazının ortaya çıkmasının yegâne sebebi olarak görülebilir. Dismember'ın önceki albümlerinde işe söz katmadan bunları daha iyi yaptığı ("Phantoms (of the Oath)" ve belki de "Nenia") şarkıları da mevcut. Elbette bu sığ-söz yazımı yanında en azından tema olarak kalsa bile aynı albümdeki "Europa Burns" adlı şarkı Birinci Dünya Savaşı'nın çilesini anlatmakta ve savaşın hurafeden başka bir şey olmadığını tamamen death metal söylemiyle dile getirmesi açısından dikkate değer. 
   Elbette ilerleyen yaşla birlikte post-metal arayışları daha da sıklık kazandıkça Dismember gibi çizgisinden sapmamayı - bir nevi muhafazakârlığı - bir artıymış gibi sunan bir grubun müzikal anlamda ne kadar başarılı olabileceği belli. Biraz daha sofistike bir metal beklentisi içinde olan herhangi bir dinleyici için Dismember ne yazık ki - genellenebilecek bir şekilde - sadece solo ve tınıdan öteye geçemeyen bir grup olmakta. Ne kadar son albümlerinde din-karşıtlığı, savaş-karşıtlığı gibi görece sosyal temalar işlense de ilkinin yapılış şeklinin düzeyli ve sağlam olmaktan öte sığ ve şiddet-temelli olması da aslında sadece Dismember'ın değil bu tarzdaki death metalin sınırlarını çiziyor. Adı Uzuv-Sökücü olarak çevrilebilecek (Grubun kuruluş aşamasında aslen 'Dismemberizer'ı düşündüğü ama - rivayete göre - albüm kapağına sığmadığı için Uzuv-Sökümü'yle iktifa ettiği bilinmekte) bir gruptan da başka bir şey beklemek hayalperestlik olabilir. Aynı şekilde "Nefret Seferi" olarak çevrilebilecek bir albüm adı olan grup kendi sınırları dâhilinde, alt-tarzın severleri için kâfi ve tatmin edici olabilir. Ancak death metalin temel dinamosu olan 'nefret'in daha tutarlı ve bağlamsal bir şekilde ele alınmasındaki başarısızlık da grubu - geçmişlerine rağmen - pek de iyi bir yere getirmiyor. 



İTC

El

   (...)
   Ganka bağırmadı, sadece kafasını dizlerinin arasına gömdü, sonra bağdaş kurmuş haliyle yavaşça yana devrildi. Hızla, hırsla, Sofya baltayla birkaç defa vurdu kafaya; kan sobanın maden altlığına fışkırdı. Bu kan kendinden, Sofya'dan, akıyormuş gibiydi; sanki vücudundaki bir çıbana bıçak vurulmuş ve cerahat şimdi damla damla akıyor gibiydi ve her damlada kendini biraz daha rahatlamış hissediyordu. Baltayı bıraktı, derin, rahat bir soluk aldı, hiç böyle soluk almamıştı, bu onun soluduğu ilk havaydı. Ne korku ne utanç; hiçbir şey yoktu, vücudunda uzun sürmüş bir ateşten sonraki gibi alışılmadık ve yeni bir ferahlık duygusundan başka hiçbir şey. 
   Sonra bütün bunlar, sanki Sofya'nın elleri kendi kendilerine düşünürmüş gibi, kendisi işe karışmadan ne yapılması gerektiğini biliyorlarmış gibi oldu bitti. Sofya, derin mutlu bir uykuya daldı. Sadece arasıra gözlerini açıp etrafındaki şeyleri görmeye başlıyor ve her şeye şaşkınlıkla bakıyordu. 
   Ganka'nın mavi ispirtoyla ıslatılmış potinleri, kestane rengi entarisi ve gömleği bir zamandır sobada yanıyorlardı; çıplak, pembe ve körpe Ganka yüzükyorun yerde yatıyordu. Bir sinek, hiç acele etmeden, sâkin sâkin gövdesinde geziniyordu. Sofya sineği gördü, kovaladı. Sofya'nın kendisine yabancı elleri gövdeyi kolaylıkla ikiye ayırdı sakince. Onu başka türlü taşımak imkânsızdı. Bu sırada Sofya mutfaktaki patatesleri düşünüyordu, Ganka patates soymayı bitirmemişti ve akşam yemeği için pişirmek gerekiyordu onları. Mutfağa gitti, kapıyı kapatıp çengelledi, ocağı yaktı. 
   (...)



   Yevgeni Zamyatin, Taşkın

3 Eylül 2011

Sükûn


Her kimseye, bir kör göz
Tutmak için süzgecini iradenin
Hiç kimseye, bir hissi
İçte kaybolduğumuzun
Kurbanlar, şahitler değil
Bir suç ortağı, seyirci kalan değil
Dünyaların çarpıştığı bir zamanda
Bizim için güvenli bir inkâr
Zorlamamak için ötesini amaçlarımızın
Bizim için gölge bir imge
İzin verdiği aklıselimimizin

Sen bir sükûn adasısın, bir kaos deryasında






Dark Tranquillity, Derivation TNB
Çeviri: İTC