(...)
"be, ce, de, fe, ge, hi, ji, ki, li, mo, no, pö, rö... Bakın bunlara! bu fişlerde bizim hayatımızın esamesi okunmuyor. Bu heceler bizi oluşturmuyor. Bu harfler gelip, toparlamaya çalıştığımız kafamıza, birleştirmeye zorladığımız parmakuçlarımıza vurmaya kalkıyor. Bu harfler bize cebr ediyor, canımızı yakıyor. Bu harfler bizi çarşıya nar almaya gönderiyor, eve varır varmaz kırk parçaya bölünüyor. Nedir bu diye soruyor sonra, bizimle matrak geçercesine!"
Aniden susup bakışlarını sınıfın üzerinde gezdirerek, hergeleye bak sen, aklı sıra tansiyonları yükseltiyor. Sonra elini öğretmenin masasına indirip patlatırcasına konuşmaya devam ediyor.
"Cevap veriyorum arkadaşlar! Mülayime, büyüğe, efendiye... Dilimi bir karış uzatıyorum. Ben biraz ayıp ediyorum. Harfler beni şaşırtmış. Ben hikâyemi, hikâyedeki gerçeği arıyorum. Ant içiyorum! Bu yolda önümü kesen her bir harfi kendine getireceğime, bana hayatı anlatan mavallara kıçımla güleceğime, tersine tersine gideceğime ve 'Andımıııızzzz adıımııııııııızdır / Yolunaaaa taş koyarız. / Kü'çük'ümü koruyacağıma / bü'yük'ümü sayacağıma ant içiyorum!'"
En önde oturan "Ambiti Kızlar" grubundan Hamide, bir hayret çığlığı atıp ellerini al olmuş yüzüne kaçırıyor: "Çok terbiyesizsin Zekeriya!"
Zekeriya eliyle kızı gösteriyor. "Alın işte size bir adet dört dörtlük, tam uyaklı şiirler gibi, koca ve dayak aşkıyla yanıp tutuşan biri."
"Ayy benden ne istiyon be! Salak şey!" diyen kız, kollarını bağdaş yapıp suratını asıyor.
"Uyanık olun! İlk mısraları adınızı oluşturan şiirlere kanmayın!" diye sınıfa sesleniyor Zekeriya. "Nerede görürsünüz bir kafiye, işkillenin / Nem kapın! Bakın daha geçenlerde 657 Nesrin bir kahramanlık şiirini sesini titrete titrete, gözlerini kapaya kapaya, sağ elini ciğerine vura vura ve havada selam verir gibi sallaya sallaya okudu, çok içtendi, yani bööylee çok içten okudu ve pekiyi aldı... Arkadaşlar! Nesrin tören sonrasında ağladı, öğretmenlerinin en sevgili öğrencisi oldu. Söyleyin bana!.. Onların verdiği pekiyilerin yıldızları aydınlatacak mı Nesrin'i, bizi bu çukurdan sahiden de tolgalı beylerin aferin haykırışları mı çıkaracak! Arkadaşlarıyla geçimi, temizliği, grup içindeki davranışları... Bu karneye bağlı hayat daha ne kadar sürecek... Yani bir sonu olmayacak mı? Yani 'Maabeyinci Şerafettin Hüsnü Bey!'in soluk, yıpranmış bir resmi hep aklımıza mı asılacak? Yahu bu adam hiç bizden tarafa ölmeyecek mi? Eeeeeeehh! Hadi gelin! Bu pezevenkleri boş verelim! Hadi gidip sokakara, evlere, ağaçlara çıkıp parelenmiş hayatlarımızı birleştirelim! Nar, değil, diyelim... Paydos çanları çaldıktan sonra eve vardığımızda 40 parçaya bölünen, bizim hayatımız."
Bu konuşma sınıfsal temellerinden yoksun bir kalkışma olarak nutku tutuk tarihe geçiyor. Hiçbir şansı ve Hazan bir yana, sınıfta bulunanlar için ağır bir havaleden başka hiçbir anlamı olmuyor. Eğer "Anlayan varsa Arap". Öyleyse Hazan, Zekeriya'nın Arab'ı. Hazan anladığı için gençliğine doyamıyor!" Anlayan varsa 'şerefsiz!'" Eğer biri bir şey anladıysa, nah Hazan gibi şuradan şuraya çıkamıyor! "Anam avradım olsun bir bok anlayısam!" Hazan, annesizliğine şükrediyor. "Laf olaaa beri gele!" Hazan bir adım beriye çıkıyor. Mürvetini göremiyor. Şükürler ola ki, kıslı yerde durduğundan başkalarının dediklerini kös dinliyor. "Öleceğim, sağ yanım yere gelecek!" diyor. O güzel elyazısıyla Zekeriya'nın mülahazat hanesine sevgilerini düşüyor. Bu yüzden Hazan dışında tek bir Allahın kulu, işaretparmağıyla sus işareti yaparak içeri giren iriyarı Müstahdem Emin Efendi'ye karşı Zekeriya'yı uyarmıyor. Zekeriya'nın sözleriyle kızım kızım kızarıp azan güzel oğlan Hazan, elleriyle suratını kapatıp sıranın üzerine kapanmadan önce "Zekeriya!" diye haykırıyor.
(...)
Niyazi Zorlu, Hergele Âşıklar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder