22 Eylül 1929, Sabah
SEVGİLİ MADAM LAPARRA
Daha evvel arz ettiğim vechile, mektubuma kaldığım yerden devam ediyorum. Nerede kalmıştım?.. Evet. Belki çok şaşıracaksınız ama İstanbol'a döndükten bir müddet sonra, müzik hakkındaki fikirlerim tekrar değişti. Hattâ, değişmek ne kelime? Tamamen ters yüz oldu!.. Müsaadenizle, maruzatımı izah etmeye gayret edeyim:
Siz, belki lâyikiyle idrak edemeyebilirsiniz amma, Şark memleketlerinden, Evropa'ya tahsile gelen talebeler ortak bir kaderi taksim ederler; Evropa'nın terakki etmiş, herhangi bir memleketine bir defa hayatı idame ettirmeye başladığınız vakit, esasında Evropa kıt'asının size ne kadar ecnebi olduğunu fark edip, şaşırırsınız. Hattâ bu sebeple derin bir yeis ve tarifi mümkün olmayan bir sıkıntıya duçar olursunuz. Kendi kendinize şöyle dersiniz; "Madem ki bu âlem bana ecnebi ve benim burada oluşumdan pek de memnun kalmışa benzemiyor. O halde ne gam?.. Bundan böyle, ben de elimden geldiği kadarıyla Evropa'ya ecnebi, hattâ bedbin ve hasmane bir vaziyette tahavvül ederim, olur biter!.." Fekat, seneler seneleri takip eder, zaman ilacı tesirini gösterir ve bir de bakarsınız bu defa da Evropalı olmuşsunuz ve kendinizi tam manasıyla bir Evropa vatandaşı gibi hissetmektesiniz. Nikbinsiniz. Ruhunuzda tam bu heyecan verici tekamül meydana geldiği sırada, bu sefer de memlekete dönme vaktinin gelmiş olduğunu fark edip, bedbinliğe duçar olursunuz. Kalmak isteyenler, muhakkak bir yolunu, yordamını bulup Evropa başşehirlerinden birine iltica ederler. Diğerleri, yani benim gibi dönmeye mecbur olanlar ise, memleketlerine ve doğdukları şehre intikâl ettikten sonra, ne yapacakları mevzuunda kendilerini aldatmaya koyulur. Meselâ bendeniz, şöyle bir fikir yürütmüştüm; "Türkiya'ya geri döneceğim. Ne de olsa genç bir Cumhuriyet. Şarkın, Osmanlı'nın miskinliğini, uyuşukluk ve kaderciliğini üzerinden atmış, taptaze bir millet!..
Bu yeni halkın, elbette ki yeni bir müziği olmazı lâzım gelir. Nedir bu müzik?.. Klasik Garp müziği, en az Osmanlı Saray Musikisi kadar halka ecnebi olduğuna göre, yepyeni bir şey vücuda getirmeli. DADA'dan aldığım ilhamla ve bittabi o mantık çerçevesinde, memleket dahilindeki folk müziğinden azami şekilde istifade eden, modern bir müzik!.." Heyecan verici bir fikir. Değil mi?.. İstanbol'a vasıl olup, Belediye Konservatuvarındaki mutlak yalnızlığım ve bedbinliğimle yüz yüze geldiğim vakit bile, aynı tarz fikrimi devam ettirmekte ısrarlı oldum. Fekat, geçen zamanın ve hadiselerin menfi tesiri neticesi, tedricen şöyle bir vaziyeti fark ettim; artık ben, bu topraklara ve bu manevi iklime tamamen ecnebi bir hale gelmiştim. Tıpkı İsviçre'deyken başıma geldiği vechile, bu defa da kendi memleketim bana karşı alâkasız ve vurdumduymaz bir haldeydi! Uzunca bir müddet bocaladıktan sonra, kendi kendime şöyle bir sual sormaya başladım: Bu topraklarda DADA ferasetinin ve DADA'var bir müziğin ne çeşit bir manası olabilirdi?.. DADA'cı müzik, ancak ve ancak klasik Garp müziği tradisyonu karşısında mevcud olma şansına sahipti. Yani, eğer klasik müzik olmasaydı, aynı şekilde ve tabiatıyla DADA'cı müzik de olmayacaktı. Bilmem kafi derecede izah edebiliyor muyum?.. Dehşetle şunu fark ettim ki, Türkiya'da klasik Garp müzik tarzı zaten hiçbir vakit mevcud olmamıştı. Binaenaleyh, olmayan bir şeyin zıddı bir şey meydana getirmek, bir nev'i abesle iştigal ve lüzumsuz bir hevesten başka bir şey olmayacak ve herhangi bir mana ifade etmeyecekti. Burada çalınan muhtelif müzik, bariz bir şekilde Yunan tesiri altındaki popüler şehir müziğiyle, ta kurun-i vusta zamanından menkul saray musikisi ve cılız bir folklordan müteşekkildi. Pekâlâ, bu vaziyet karşısında, bendeniz ne yapabilirdim?... Uzunca bir müddet, herhangi bir çare, bir çıkış yolu keşvederim ümidiyle tefekkür edip durdum. Fekat şimdi, hele İstanbol'da başımdan geçen muhtelif talihsiz ve acı tecrübeleri müteakip, şunu iyice teşhis ediyorum ki Madam Laparra; bu pek mühim sualin cevabı maalesef yok!..
Bu yeni halkın, elbette ki yeni bir müziği olmazı lâzım gelir. Nedir bu müzik?.. Klasik Garp müziği, en az Osmanlı Saray Musikisi kadar halka ecnebi olduğuna göre, yepyeni bir şey vücuda getirmeli. DADA'dan aldığım ilhamla ve bittabi o mantık çerçevesinde, memleket dahilindeki folk müziğinden azami şekilde istifade eden, modern bir müzik!.." Heyecan verici bir fikir. Değil mi?.. İstanbol'a vasıl olup, Belediye Konservatuvarındaki mutlak yalnızlığım ve bedbinliğimle yüz yüze geldiğim vakit bile, aynı tarz fikrimi devam ettirmekte ısrarlı oldum. Fekat, geçen zamanın ve hadiselerin menfi tesiri neticesi, tedricen şöyle bir vaziyeti fark ettim; artık ben, bu topraklara ve bu manevi iklime tamamen ecnebi bir hale gelmiştim. Tıpkı İsviçre'deyken başıma geldiği vechile, bu defa da kendi memleketim bana karşı alâkasız ve vurdumduymaz bir haldeydi! Uzunca bir müddet bocaladıktan sonra, kendi kendime şöyle bir sual sormaya başladım: Bu topraklarda DADA ferasetinin ve DADA'var bir müziğin ne çeşit bir manası olabilirdi?.. DADA'cı müzik, ancak ve ancak klasik Garp müziği tradisyonu karşısında mevcud olma şansına sahipti. Yani, eğer klasik müzik olmasaydı, aynı şekilde ve tabiatıyla DADA'cı müzik de olmayacaktı. Bilmem kafi derecede izah edebiliyor muyum?.. Dehşetle şunu fark ettim ki, Türkiya'da klasik Garp müzik tarzı zaten hiçbir vakit mevcud olmamıştı. Binaenaleyh, olmayan bir şeyin zıddı bir şey meydana getirmek, bir nev'i abesle iştigal ve lüzumsuz bir hevesten başka bir şey olmayacak ve herhangi bir mana ifade etmeyecekti. Burada çalınan muhtelif müzik, bariz bir şekilde Yunan tesiri altındaki popüler şehir müziğiyle, ta kurun-i vusta zamanından menkul saray musikisi ve cılız bir folklordan müteşekkildi. Pekâlâ, bu vaziyet karşısında, bendeniz ne yapabilirdim?... Uzunca bir müddet, herhangi bir çare, bir çıkış yolu keşvederim ümidiyle tefekkür edip durdum. Fekat şimdi, hele İstanbol'da başımdan geçen muhtelif talihsiz ve acı tecrübeleri müteakip, şunu iyice teşhis ediyorum ki Madam Laparra; bu pek mühim sualin cevabı maalesef yok!..
Sizin
Ahmet Sipahioğlu, 1929
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder