انتحال و تر حقى جمعيتى

The Committee of Undertaking and Plagiarism

22 Mart 2015

Saat

   (...)
   Her hafta bir iki defa Mümtaz'la buluşmasını genç adam için olduğu kadar kendisi için de kâfi  buluyor, fakat bu saadetin Mümtaz için nelere mal olduğunu hiç düşünmüyordu. 
   Mümtaz'ın günleri garip ve zalim bir bekleyiş içinde geçiyordu. Taksim'deki apartıman küçük ve güzeldi. Mümtaz bu ikinci ikametgâha kitaplarının bir kısmını taşımıştı. İstanbul'a inmediği geceler orada kalıyordu. Böylece Nuran'a göre Mümtaz, çalışabileceği bir yerde, kendi evinde idi. Onu gelip gördüğü zamanlar, işinin arasında gelip görmüş oluyordu. 
   Nuran böyle düşünmekle Mümtaz'ın neye mahkûm ettiğini düşünmüyordu. Düşünse bile bir şey yapamazdı. Kendince güç gördüğü şeyin karşısında bütün hamlesi kırılan kadın ruhu çoktan beri bu münasebeti Mümtaz'ın hatırı için devam ettirdiği düşüncesini ona vermişti. 
   Bu yüzden Mümtaz'ın günleri iki oda ile bir holün arasında tek başına beklemekle geçiyordu. Nuran çok defa ya vaktinde gelemez, gelse bile bu geliş kısa bir uğrayıştan ibaret kalırdı. Ve Mümtaz onu kaçırmamak için bazen bütün gün, bazen de Nuran'ın gelmesi ihtimali olmayan saatler hariç, üç dört gün üst üste evinde beklerdi.
   Bu hakikî bir azaptu. Nuran'ın vâdettiği saate kadar çalışmak, bir şeylerle oyalanmak kabildi. Fakat kararlaştırılan saat yaklaştıkça beklemek denen şey, insanın o kapı eşiğinde, zilde ve saatte parça parça ve sadece helecan yaşayışı başlardı. Mümtaz bu saatleri bir nevi baş ağrısı duymada, kapalı bir odada yaşamanın verdiği o acayip üzüntüyü asabında hissetmeden hatırlayamazdı. O haftalar ve aylar boyunca gün denen şeyi satıcı sesleriyle rahatsız sinirlerinde yaşadı. Bunlara evvelâ hiç dikkat etmezdi. Kendimizi verdiğimiz düşüncenin arasında, hepimizin alışık olduğumuz bu seslerin, kendilerini göstermeden, âdeta bir metinde lüzumsuz bir virgül, bir nokta gibi gelip geçişleri vardır. Sonra yavaş yavaş zihin sadece bekleyişten ibaret bir hayata başlayınca bu sesler günün merhalelerini işaret eden alâmetler olurlar, nihayet vakit gelip de Nuran gelmeyince daha evvelki tecrübelerin acı hâtıralarına kalb olurlardı. Saat ona doğru yoğurtçunun sesi, sadece ev kadınlarına ilk kolaylığı bahşetmekten başka bir şey ifade etmezken, on ikiye doğru âdeta düşüncesini Nuran'un gelişi meselesinde teksif etmeği genç adama hatırlatır, ikide aynı satıcı aynı sesle Nuran'ın gelmesi saatidir, diye haykırır, üç, üç buçukta "Bugün de geçen haftaki gibi olacak, gelmeyecek!" der, akşama doğru ilk karanlık arasından bağırdığı zaman ise bu sesin kıvrımlarında "Ben sana söylemedim mi?..." gibi bir nevi itap başlardı. 
   Mümtaz için, Nuran'ı beyhude yere beklediği bu günlerde, saatler, ümitten ye'se doğru ağır ağır çehresi değişen bir mahlûktu. Sabahleyin ümidin beşûş çizgileriyle gülümser, öğleye doğru şüphe ile sevinç arasında üzülür, ikindide bütün çizgileri kapanır, akşama doğru renksiz, mânasız bir pelte, Mümtaz'ın ömrünün garip ve mânasız bir benzeri olurdu. 
   Bu esnada, apartımanda ziller çalınır, komşu kapıların önünde konuşmalar olur, yan katta, yemek masasının hazırlıkları başlar; çatal, bıçak gürültüler, radyo sesleri birbirine karışır; sonra merdivenlerden acele çıkışlar ve inişler peydahlanır, nihayet bütün apartıman, sessizliğe gömülürdü. O zaman Mümtaz'ın bütün dikkati ister istemez sokağa açılırdı. 
   (...)



   Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder