(...)
Bütün bunları yeniden düşünerek sokağa çıktım. Çok üzücü bir olayı anımsadım: Totoca'nın çok güzel bir iskete kuşu vardı. Totoca taze darı verdiğinde, yavaşça parmağına tırmanırdı. Kapıyı açık da bırakabilirdik, hiç kaçmazdı. Bir gün, Totoca onu dışarıda, kızgın güneşin altında unuttu. Ve yakıcı sıcak, kuşu öldürdü. Zavallıcığı avuçlarında sıkan Totoca gözlerimin önünde, ölü hayvanı yanağına dayamış ağlıyor, ağlıyordu.
"Bir daha hiç kuşum olmayacak," diyordu. "Hiç, hiç."
Yanındaydım, ona şöyle dedim.
"Benim de Totoca, benim de bir daha hiç kuşum olmayacak."
Doğruca şekerportakalının yanına gittim.
"Xururuca, bir şey yapacağız."
"Nasıl bir şey?"
"Birlikte biraz bekleyeceğiz."
"Kabul."
Oturdum, başımı onun cılız gövdesine yasladım.
"Neyi bekleyeceğiz, Zezé?"
"Gökyüzünden güzel bir bulutun geçmesini."
"Ne yapacağız onu görünce?"
"Kuşumu bırakacağım."
"Evet, artık ona gerek kalmadı," Gökyüzüne baktım. "İşte şu, Minguinho," dedim ve ayağa kalktım. Çok duygulanmıştım. Gömleğimin önünü açtım.
"Bak Minguinho."
Kuşumun, cılız göğsümden koptuğunu hissettim.
"Uç, küçük kuşum, yükseklere uç. Uç da Tanrı'nın parmağına kon. Tanrı seni başka bir küçük çocuğa yollayacak. Benim için şarkı söylediğin gibi onun için de söyleyeceksin. Hoşçakal, benim güzel kuşum!"
İçimde büyük bir boşluk hissettim.
"Bak, Zezé. Bulutun parmağına kondu."
Başımı Minguinho'nun göğsüne dayadım ve bulutun uzaklaşışını seyrettim.
"Ona hiçbir zaman kötü davranmadım."
Başımı dala doğru çevirdim.
"Xururuca!"
"Ne var?"
"Ağlamak kötü bir şey mi?"
"Ağlamak hiçbir zaman kötü değildir, budala. Neden sordun?"
"Bilmiyorum. Bir türlü alışamadım. Sanki yüreğim boş bir kafes..."
José Mauro de Vasconcelos, Şeker Portakalı
çok beyendim çünkü zeze benim için çok aşktı.
YanıtlaSilZeze-kuş.
YanıtlaSil