انتحال و تر حقى جمعيتى

The Committee of Undertaking and Plagiarism

28 Ocak 2012

Dolmuş

    (...)
   Ne yapmalıydı şimdi? "Şoför efendi, iki buçuğun üstünü unuttunuz!" dese, şoför belki de "Ne biliyorsun unuttuğumu?" diye bozabilirdi. Bozmasa bile, dolmuş yolcuları şöyle bir bakarlar, içlerinden "Amma da para canlısı ha!" gibilerinden geçirebilirlerdi. Başkalarının onun hakkında böyle düşünmelerini istememekle beraber, bu türlü düşündüklerini belirtircesine yan yan bakmalarından nefret eder, cinleri tepesine toplanırdı. 
   Sağındakine baktı: Koca burunlu, sarkık gerdanlının biriydi. Beyden değil de efendiden. Böyleleri ukalâ olurlar. Vara yoğa karışırlar. Tartışmaya can atarlar. Nitekim: "Şoför efendi, iki buçukluğun üstünü unuttunuz.." dese, bu koca burunlu, sarkık gerdanlı adam o biçim, yan yan bakacaktı. "Ne bakıyorsun?é diye terslese, "Göze yasak mı var?" karşılığını alacağını iki kere iki dört eder gibi biliyordu. 
   Adama yeniden baktı, sanki "Göze yasak mı var?" demiş gibi kızdı. İçinden: 
   "Var!" dedi. 
   Sanki: 
   "Yok canım?" karşılığını almışcasına öfkesi arttı. Gene içinden: 
   "Canın yoksa nasıl yaşıyorsun?"
   "Aman ne bayağı espri. Evlâdım espri zeki insan harcı. Sense..."
   "Bense?"
   "Kaşalotun birisin be!"
  Tam bu sırada solundaki yolcu da inmek için şoföre seslenmişti. Araba durdu, solundaki indi. Solundakinden boşalan yere kaydı. Koca burun, sarkık gerdanlı da ortaya geçti. En sağa yeni bir yolcu. O da Cağaloğlu'ya gidecekti. Tekliği uzattı. Şoför elli kuruşu omuzu üzerinden en sağdaki yolcuya uzattı. Şoför onun iki buçukluğunu sağlama unutmuştu. Bir ara:
   "Şoför efendi benim iki buçukluğun üstünü unuttun!" diyecekti vazgeçti. Adam belki de şöyle derdi: 
   "Ne iki buçukluğu?"
   Kan tepesine sıçradı. Sanki şoför gerçekten bu karşılığı vermiş gibi sinirleri gerilmişti. İçinden: 
   "Arabaya binerken verdim ya!"
   "Hatırlamıyorum.."
   "Nasıl hatırlamazsın? Yalan mı söylüyorum?"
   "Ben yalan mı söylüyorum?"
   "Biz bu meslekte senin gibi neler gördük.."
   O zaman, o zaman dayanamaz, çıldırırdı işte: 
   "Beni onlarla mı kıyaslıyorsun yani?"
   Şoför belki de yarım sağla arkaya dönerdi: 
   "Nesin ya? Hanım evlâdı? Dolandırıcıların hiç biri dolandırıcılığı kabul etmez. Hele, de, suratına atılır!"
   "Yani?"
   "Yani değil Panayot!"
   Evet şoförle böyle takışsalar ne olurdu sonu? Karakola mı düşerlerdi?
   Birden gözü dikiz aynasına kaydı: Şoför adamakıllı sıkıydı. Alttan üstten inceltilmiş bıyığıyla da itin birine benziyordu. Takışınca arabayı durdurup direksiyondan iner, yakasına yapışır, belki de bir kafa, bir yumruk... 
   İçini çekti. Bu hiç de istenecek şey değil. Eli yüzü kan içinde, üstü başı toz toprak, karakola gitmek, şoförden dâvacı olmak... Üstelik sağındaki müşterilerle şoförün yanındakiler de herhalde şoförden yana olurlardı. O zaman şoför: "Bana hakaret etti Komiser Bey!" der, hakaretin şeklini anlatır, müşteriler de onu desteklerlerdi ki, hem iki buçukluğun üstü kalırdı, hem de şoföre hakaretten kovuşturma başlayabilir, astarı yüzünden pahalıya gelirdi. 
   Onun için, vazgeçmeli, hattâ iki buçuğun lâfını bile etmeden, yeni elli kuruş vermeliydi şoföre. Besbelli, unutmuştu aldığı iki buçukluğu...
   (...)



   Orhan Kemal, Önce Ekmek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder