(...)
Tiyurin aşağı inerken, arkasından,
- Bu pezevenkler, çalışma günlerini neden bu kadar kısa tutuyorlar? Paydos işareti tam işe ısındığımızda veriliyor, diye bağırarak espri yaptı.
Elektrik santralinin ikinci katında Şukov, Senka'yla yalnız kaldı. Senka'yla uzun boylu konuşulmazdı nasıl olda. Üstelik ona bir şeyler söylemek gerekmezdi de; çünkü hükümlülerin arasında en akıllısı odur. Sözcüklerin yardımı olmadan anlar her şeyi.
Harcı at, tuğlayı yerine yerleştir, üstüne basarak düzgün olup olmadığını kestir. Sonra gene harç, tuğla, harç, tuğla, harç, tuğla...
Demin Tiyurin'in kendi ağzıyla artık uğraşmamasını söylemesi yeterli değil miydi sanki? Geriye kalanı duvarın üstünden at ve çık git. Ama Şukov öyle yaratılmamıştı bir kez. Kamplarda geçirdiği sekiz yıl bile değiştirmemişti kişiliğini. Bir işe yarayabilecek her şey için kafa yorar, yapabileceği her işi yapmaya çalışırdı. Yeterli nedenler olmadan hiçbir şeyi, küçük bir teneke parçasının bile ziyan olmasına razı olmazdı gönlü.
Harç, tuğla, harç, tuğla, harç, tuğla...
- Anasını sattığımın işi. Bitti işte! diye bağırdı. Senka'ya, Hadi gidelim artık, dedi.
Ama, Şukov, gardiyenlar köpeklerinin hepsini üstüne salsalar şimdi, gene bildiğini yapacaktı nasıl olsa. Bir iki adım geriye giderek şöyle bir yaptığı duvara baktı. Kötü değil. Sonra duvarın boyunca koşarak iyice incelemeye başladı. Sağını, solunu, önünü, arkasını. Göz değil, sanki su terazisiydi. Duvara bir bakışta düz mü , eğri mi olduğunu hemen anlardı. Evet, duvar düz ve dik. Elleri eski ustalıklarını yitirmemişlerdi demek. Koşa koşa aşağıya indi.
Senka, takımın bütün gün boyunca harç karıştırdığı büyük odadan çıkmış, elektrik santralinin bulunduğu tepeden aşağıya koşmaya başlamıştı bile.
Şukov'un yukarıdan aşağıya indiğini görünce, başını geriye çevirip,
- Hadi! Hadi! diye bağırdı.
Şukov, "Sen koş, ben sana yetişirim" anlamına gelen bir işaret yaptı ona, sonra da geriye dönerek, harç karıştırılan büyük odaya girdi yeniden.
Malasını fırlatıp atacak değildi ya! Yarın buraya gelemiyecekti belki de. Kimbilir. Ya, yarın takımı "Sosyalist Yaşama Sitesi'ne gönderirlerse? O zaman, bir daha buraya dönene dek altı ay geçerdi. Ama bütün bunlar malasını kaldırıp atması için yeterli nedenler değildi. Malasından ayrılamazdı doğrusu. Boşuna yürütmemişti onu.
Odadaki sobalardan ikisi sönmüştü. İçerisi karanlık ve ürperti vericiydi. İnsanın içinin ürpermesi karanlıktan değil, herkesin gidip burayı böylesine ıssız bırakmış olmalarından, geç kalıp kapılardaki yoklamayı kaçırabileceğinden, gardiyanlardan dayak yiyeceğinden...
Ama gene de gözleri çevreyi araştırmaya başladı. Köşede büyük bir taş gördü. Taşı yerinden oynatıp malasını altına attı ve taşı yeniden eski yerine çekerek gizledi. İşte bu kadar.
Şimdi de Senka'ya yetişmeliydi. Senka, yüz adım koştuktan sonra, duraklamıştı, onu bekliyor olmalıydı. Şu Senka, hiç kimseyi başı darda iken bırakmazdı. Cezaya mı çarptırılacağız, dayak mı yiyeceğiz, öyleyse hep birlikte.
Şimdi yanyana koşuyorlardı artık. Biri kısa, biri uzun. Senka, Şukov'dan bir baş daha uzundu. Üstelik, bu baş. Hiç de küçük bir baş değildi.
Stadyumlarda, kendi istekleriyle koşarak birbirlerini geçmeye uğraşan palavracıların olduğu söylenirdi. Gelsinler, bütün bir gün böylesine çalıştıktan sonra, ağrıyan bir sırtla, ıslak eldivenlerle, yırtık pırtık çizmelerle ve bu soğukta koşsunlar da görelim.
(...)
Aleksandr Soljenitsin, Ivan Denissoviç'in Bir Günü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder