انتحال و تر حقى جمعيتى

The Committee of Undertaking and Plagiarism

16 Haziran 2012

Doğuş

   (...)
   Peki, varlığı Comte de Lautréamont'un varlığına bağlı olan bu kişinin başarılı yanları neydi? Lautréamont o parazit, sakar Isidore'u küçümseyerek düşünüyordu. O yabancının hayatının karanlıkta kalmış önemli olaylarına sanat için gerekli klinik yansızlıkla bakıyordu. Bir hayatın ancak kurmacanın geliştirilmesine elveren yönleri ilgilendiriyordu onu. Gerisi erken bir ölümün, dönüşsüz bir uykunun kurbanı olacaktı. şu onun en önemli işi olacaktı: Eğretilemenin içinde eritilemeyecek bütün kişisel olguları elemek ve daha sonra o eğretilemeyi parçalayıp kişisiz bir mozaik elde etmek. Annesinin intiharından sonra ondan kalan kağıtları babasının neredeyse kesin olarak yok etmiş olduğu bilgisi de ona bu konuda yardımcı olmuştu. Babasının nasıl tanındığı ortada olduğuna göre onun da kendi geçmişiyle ilgili herhangi bir belgeyi saklama olanağı yoktu. Babası için de bir hayat uydurması gerekiyordu. Amaçlar böyledir; insanı olgulardan koparırlar, gölge bir hayatın türetilmesini gerekli kılarlar. Lautréamont geçmişle ilgili hiçbir şeye inanmayarak tarihin dengesini değiştirecekti. Eğretilemenin dolaysızlığıyla tanıtlanan doğru dışında hiçbir şeye inanmıyordu. Bunun dışında kalan hiçbir şeye güvenmemek gerekirdi. Hayatında bir yağmur damlasının çıplaklığı vardı; ama aynı zamanda kör edici bir algı berraklığı, başkalarının ürkmeden bakamayacakları müthiş bir kıvılcımlanma. 
   Lautréamont, Ducasse'ın akılcılığı yok etme, toplumsal gerçekçiliğe mevzilenmiş bir edebiyatı havaya uçurma kararlılığını devralacaktı. Bir şemsiye ile bir dikiş makinası, kırmızı bir ay ile bir piramidin üstünde batan kara bir güneş arasında ilişki kurulacaktı. Lautréamont bilinçaltının kapılarını açacak, bu da yeni ruhsal durumların, bir iç düzlemde gerçekleşecek devrimlerde biçim alacak davranış kalıplarının ortaya çıkması, insanoğlunun bütün özkimliği kavramının değişmesi sonucunu verecekti. 
   Yıllarca kendi kopyasıyla tekvücut olmak için çabaladı. Geriye bakıp düşündüğü zaman kendisinin hep bir başkası olduğunu, bütün enerjisini ikinci bir benzerini yaratmaya verdiğini fark ediyordu. Ancak o zaman anladı kendi yarattığı üstün gücün egemenliğine zamanla boyun eğmesi gerektiğini.
   Dalgalar düz kumsala şap şap çarpıyordu. Değişim seli her şeyi önüne katmıştı -evrenin moleküler dansı, yüzyıllar tek hücrelilerde son buluyordu, çakılların yokuşaşağı yuvarlanırken tıkırdayıp dalgaların geri çekilen etek ucuna yakalanması gibi. En sonunda kızıl bir göğün altında beyaz bir kumsalda kara bir çakıl yığını dışında hiçbir şey kalmayacaktı. Evrenin sonunu böyle görüyordu. Bu kıyamete Lautréamont tanık olacaktı. Alevlerle kavrulan bir kıyıda, ufuk çizgisinde zümrüt yeşili, siyah yalımlara dönüşen büyük tabakalar halindeki alevlerin üzerinde duran son insan olacaktı. 
   Gözünün önüne gelen şey Uruguay'ın kıyısı değil, kendi kopyasıyla birleşme töreni için hazırladığı dünyanın kıyamet gününe özgü boş bir araziydi. Mavi gözlü taş heykel gibi bir şey o koşarken arkasından geliyordu. Bir buyrukla hayat bulmayı bekleyen taş adamlar. Soluk soluğa kalmıştı, evinin hafiflememiş olan kuraklığına dönmekten korkuyordu. Hayatını tehlikeye atan her şey şimdi ölçüsüz derecede uzak görünüyordu. Kent zihinsel bir mekana itilmişti; zihinsel bir bölmenin körfeziyle kentten kopmuş durumdaydı. Asla geri dönemezdi; Lautréamont'u dünyaya getirebilmesi için mekana ve adsızlığa gereksinimi vardı. Avrupa başkentinde bir yerde kendisini bekleyen bir oda vardı. O pencereden beceriksiz imparatorun elinde imparatorluk kartalının öldüğünü görecekti. Kalabalıklar kaçacak delik arayan kırmızı karıncalardan farksızdı. Bilinmeyen bir kahramanın doğumu her zaman bir uygarlığın göçüşüyle sonuçlanırdı. Lautréamont yapıtının karşılaşacağı ilgisizliğe dayanmak için gözükara bir direnç göstermek zorunda kalacaktı. Bu dahinin dünyaya gelişinin kanıtı sayılacak, düşmanlıktan kaynaklanan bir sürtüşme bile olmayacaktı. 
   Dalgalar onu yine onu yakaladı ama bu kez parıltılı su baskınından kurtulmak için hiçbir şey yapmadı. Çizmelerine kadar yükselmesine seyirci kaldı, elbiselerinin ıslanmasına hiç aldırmadan, gözleri ufukta belirsiz bir noktaya dikilmiş durumda sığ suların içinde yürümeye devam etti. Kendisiyle kopyasının birleşmesini burada, Atlantik'in azgın enerjisinde, kendi başlangıçlarının okyanusunda kutlayacaktı. Simgesel bir ölümün hemen ardından gelen yeniden doğuş. Ötekini ta buralara kadar getirmiş, tehlikelerin içinden geçirmiş, gizli tutkusunu beslemiş, hazırlıkları özveriyle tamamlamıştı, şimdi sıra adını teslim etmeye, onun söylencesinin öznesini salıvermeye gelmişti. 
   (...)



   Jeremy Reed, Isidore (Lautréamont'un Romanı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder