انتحال و تر حقى جمعيتى

The Committee of Undertaking and Plagiarism

10 Haziran 2012

Kehanet

     (...)
   Fakat sormak istediği şeyler nelerdi? Kendi Makedonyalıları, eski zamanlara ait harika hikâyeler anlatıyordu. O zamanlar çok az kimselerin inandığı, birçoğunun alayla karşıladığı ve herkesin bildiği efsaneler, şimdi girişilen Asya seferi ile yeniden canlanmıştı. Anayurt dağlarında Olympias'ın kutladığı gece şenlikleri hatırlanıyordu. Onun büyü sanatı, bu yüzden Kral Filip'i bırakmış olduğu biliniyordu. Güya Kral Filip, bir zamanlar yatak odasında eşini gözetlemiş, bu sırada onun koynunda bir ejder görmüştü. Delphoi'ye göndermiş olduğu güvenli adamları, Tanrı'nın şu cevabını getirmişlerdi: Kral Filip Ammon Zeus'a kurbanlar sunmalı, buna her Tanrı'dan üstün saygı göstermeliydi. Herakles'in de ölümlü bir annenin oğlu olduğuna inanılıyordu. Olympias'ın Hellespontos'a giderken oğluna, yani İskender'e, doğuşunun sırlarını açığa vurmuş olduğuna inanılmak isteniyordu. Başkaları ise başladığı seferine devam etmek için İskender'in, tıpkı Herakles'in ejder Ataios'a karşı giderken ve Perseus'un Gorgo'lara (kadın canavar) gitmeden önce yapmış oldukları gibi, Tanrı'ya başvurarak onun görüşünü sormak istediğini sanıyorlardı. Bu kahramanların her ikisi de İskender'in atalarıydılar. Şimdi İskender'in de onlar gibi hareket etmesi doğal görünüyordu. Gerçekte İskender'in ne istediğini kimse anlamamıştı. Yalnız az sayıda asker kıtaları onunla beraber Ammonion'a gidecekti. 
   Kafile İskenderiye'den hareket etti. İlk önce deniz kıyısı boyunca Paraitonion'a doğru yürüdü. Burası Kyrenaika'lılara ait olan ilk şehirdi. Kyrenaika'lılar, krala elçi, 300 savaş atıyla beş tane dört çift koşumlu araba olmak üzere bağışlar gönderdiler; aynı zamanda İskender ile bir ittifak yapma dileğinde bulundular. Dilekleri yerine getirildi. Bundan sonra yol, güneye doğru giderek hep aynı renk ufkunda tek bir ağaç, tek bir tepe yükselmeyen kumsal çölden geçiyordu. Bütün gün hava ince tozla dolu, çok sıcaktı. Çok kez kumlar o kadar gevşekti ki güvenlikle bir adım bile atılamıyordu. Hiçbir yerde dinlenecek bir çayır, yakıcı susuzluğu giderecek tek bir kuyu veya kaynak yoktu. Çok geçmeden o mevsimin bir armağanı olarak çıkıp yeni yeni serinletici etkisini gösteren yağmur bulutları, çölde Tanrı'nın bir mucizesi olarak sayılıyordu. Böylece yola devam edildi. Yolu belli edecek hiçbir iz görülmüyordu. Esen her rüzgârla yerini ve şeklini değiştiren bu kum denizindeki kumullar kılavuzları büsbütün şaşırtıyordu. Artık bunlar da vahanın bulunduğu yönü kestiremiyorlardı. Tam bu sırada kafilenin başında birkaç karga göründü. Bu kuşlar, Tanrı'nın elçileri sayıldı. İskender Tanrı'ya güvenerek kargaları takip etme emrini verdi. Kargalar yüksek bağırtılarla önden uçuyor, kafile ile beraber dinleniyor, harekete geçtiği zaman onlar da havalanıyorlardı. En sonunda hurma ağaçlarının tepeleri göründü. Biraz sonra da Ammon'un güzel vahası kralın kafilesine kucağını açtı.
   Verimli zeytin ve hurma ağaçlarıyla kaplı, içinde kayatuzu ve şifalı kaynaklar bulunan, doğa tarafından Tanrı hizmetine ve rahiplerinin sakin hayatına ayrılmış gibi görünen bu vahanın ferahlığı ile güzelliği İskender'i hayretlerde bıraktı. Anlatıldığına göre kral, biraz dinlendikten sonra mucizeyi öğrenmek istedi. Rahiplerin en yaşlısı, tapınağın dış avlusunda onu karşıladı. Yanındakilerin hepsine dışarıda kalmalarını söyleyerek kralı Tanrı'nın bulunduğu hücreye götürdü. Çok kısa zaman sonra İskender, neşeli olarak geri döndü. Aldığı cevabın isteğine tamamıyla uygun olduğunu bildirdi. Annesine yazdığı bir mektupta İskender'in mucize hakkında daha fazla bilgi vermeyip yalnız aynı sözü tekrarlamış olduğu, eğer dönüşünde onu bir daha görürse gizli mucizeyi etraflı olarak anlatacağını bildirdiği rivayet edilmektedir. Kral, mucizeyi öğrendikten sonra tapınağa, vahanın misafirperver halkına zengin bağışlarda bulunarak Memphis'e döndü. 
   İskender, Tanrı'nın verdiği cevabın ne olduğunu söylemiyor. Bunu gizli tutuşu, beraberindeki Makedonyalıların merakını büsbütün artırıyordu. Ammon tapınağına beraber gitmiş olanlar, o günün harika olaylarını anlatıyorlardı. Hepsinin işitmiş olduğu söylenene başrahibin selamı şu şekilde olmuştu: "Ey oğul, seni Tanrı korusun!" Kralın şu sözlerle cevap verdiğini anlatıyorlardı: "Ey baba, öyle olsun. Senin oğlun olmak isterim; bana dünyanın hâkimliğini ver!" Öteki Makedonyalılar ise bu masala gülüyorlardı. Güya rahip Yunanca konuşmuş ve krala "Paidion" (çocuğum!) diye hitap etmek istemiş, fakat bunun yerine bir dil yanlışlığı ile "Paidios" (ey Zeus'un oğlu) demişti ki bu söz, gerçekten "Zeus'un oğlu" anlamına gelebilir. Sonuçta bu olayda şu nokta kesin biçimde gerçek sayılıyordu: Güya İskender, babasının ölümünde suçlu olan herkesin cezalandırılmış olup olmadığını Tanrı'dan sormuş, bunun üzerine sözlerini ölçerek söylemesinin daha doğru olacağı, onu dünyaya getireni artık hiçbir ölümlünün incitemeyeceği, Makedonyalıların Kralı Filip'i öldürenlerden her birinin cezalanmış bulunduğunu cevabını almıştı. İkinci olarak İskender, düşmanlarını yenip yenmeyeceğini sormuş, Tanrı da dünyaya hâkim olmanın onun alınyazısında bulunduğunu, Tanrıların yanına gidinceye kadar sürekli yeneceğini bildirmişti. İskender'in ne doğruladığı ne yalanladığı bu ve buna benzer efsaneler, onun şahsı etrafında bir esrar perdesi oluşmasına yardım ediyordu. Bu ise ulusların hem İskender'e, hem de onun Tanrılar tarafından büyük bir görev ile dünyaya gönderilmiş olduğu hakkındaki inançlarına çekici bir kuvvet, tam bir gerçeklik sağlıyordu. Aydın Helenlere de bu, ne Herakleitos'un "Tanrılar ölmez insanlar, insanlar da ölmez Tanrılardır" sözünden, ne de eski ve yeni sömürgelerin kurucuları için veya iki nesil önce Ispartalı Lysandros için yapılan tapınak ve şenlik törenlerini meydana getirenler hakkında yerleşmiş kahramanlar kültüründen daha garip gelmiyordu. 
   (...)



   Johann Gustav Droysen, Büyük İskender II

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder