انتحال و تر حقى جمعيتى

The Committee of Undertaking and Plagiarism

18 Mart 2012

Mıh

   (...)
   "Were halo, bêje çi dixvazî?.."
   Dayımın dükkânında birinci dersim, körük çekmek, ikinci dersim de bu cümleydi: "Gel dayı, söyle ne istiyorsun?"
   Onlar, göz ucuyla şöyle bir boyumu süzer, sesime, çağrıma pek kulak asmazlardı. Yanıbaşımızdaki hana girerlerdi. Orada atlarını, eşeklerini cimri mi cimri olan han sahibi Pinti Hacı'ya teslim ederlerdir. Hacı atları, eşekleri, avludaki duvara çakılı sayısız çengellerden birine yularlarından bağlardı. Hacı'nın olmadığı zamanlar, yani ölü fiyatına hurda demir toplayıp sonra birkaç misli fiyata hanın çevresindeki demircilere satmak için ayrıldığı zamanlar, görevini nalbant Sabro yapardı. Nalbant Sabro, iyi bir nalbant olmasının dışında pek de matah bir insan değildi. Genelde Papaz Arsen'in sözlerini ters yorumlardı. Onun 'içme' dediği zamanlar sarhoş olur, "kiliseye gel günahların için Tanrı'dan bağışlanmanı dile" dediği zamanlar ise, evine dönerken kilisenin sokağından geçmemek için yolunu değiştirir, başka sokaklara sapardı. 
   Ben Hacı'nın hanına girip çıkanlara, gelen geçen köylülere ha bire 'Were xalo' der dururdum. Bazen sesime, çığırtkanlığıma kulak verip bir şeyler söyler, bir şeyler satın almak isterlerdi. Basit olanlarını anlardım. Önümde duran mıhları göstererek sorarlardı: 
   "Çıqas?" 

   Anlıyordum. Çivilerin, mıhların kaç para olduğunu, fiyatını soruyorlardı. Hemen yanıtlardım. 
   "Heba vî deh qirûş e xalo."
   Artık sizler de bu kadar dersten sonra benim 'tanesi on kuruştur dayıcığım' dediğimi anlamış olmalısınız. Köylüler bedava da verseniz, üstüne para isteyecek kadar pazarlığı severlerdi. Hemen benimle pazarlığa girişirlerdi. Ben pazarlık yapmaya hiç yanaşmazdım. Zaten ana dili Kürtçe olan birileriyle benim bildiğim üç-beş kelimeyle nasıl pazarlık yapabilirdim? Kısa keserdim: 
   "Îdare nake xalo."
   "İdare etmez dayıcığım" lafıyla bazen bir şeyler sattığım da olurdu. Parayı şalvarımın cebine koyar, 'dört açtığım' gözlerimle dayımı beklerdim. 
   "Dayı, on tane mıh sattım, bir lira aldım."
   Dayım uzattığım kocaman gümüş lirayı alır, cebine atar, saçlarımı okşardı.
   "Aferin! Yaşa!"
   Akşam sevinçle eve gittiğimde, köylüye sattığım mıhların öyküsünü anama babama anlatır, bir aferin de onlardan alırdım.
   Yaz aylarında altı yıl dayımın, usta Haço'nun yanında körük çektikten sonra kalfalığa, sonra da ustalığa aşama aşama terfi ederken nasıl, niçin ve neden olduğunu anlamadan apar topar beni İstanbul'a gönderdiler. 
   "Git, oku, adam ol!"
   Şimdi 'adam olmak için' geldiğim İstanbul'da, Kürtçe'yi de unuttum, körük çekmeyi de. Burada öğrendiğim yarım yamalak ana dilim Ermenice'yle de iki satır 'adam olan' kendimden, üç satır da ustam Haço'dan söz ettim. 



   Mıgırdiç Margosyan, Gâvur Mahallesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder