1992 Nisan'ının altısında, profesör Lojze'nin ölümünü bildiren bir haber, Kvarner'in penceresine tutturuldu, hemen yanında Jarcedole'e atılan ilk kovanlar hakkında haberler vardı. O gün müdavimler içmekten çok konuştular. Mühendis Edo, futbolcu Velija, paraşütçü asker Meho, rulman Mirso ve hırsız Stevo ayık kafayla politik durumu incelediler. Sonunda Que sera, sera* dediler. Fakat külhanbeyi Mato, belki de profesör Lojze'nin, geleneksel yoldan, sirozdan ölen son ayyaş olabileceği tespitini yaptı. Diğerleri omuzlarını silktiler.
Hemen sonra Yürekli Mişo kapıdan içeri girdi. Her zamanki masasına oturdu ve bir sigara yaktı. "Bu maç yüz bir raund sürecek," dedi dişlerini sıkarak. "Anladınız mı? Tramvaylarla ya da apartkatlarla veya sizin iplememenizle nakavt olacak değilim. Beni asıl öldürecek şey bu!"
Göğsünün soluna üç kere vurdu ve oradaki herkese anlamlı anlamlı baktı.
"Mişo deli değil," diye devam etti. "Ve kalplerimizin kaslardan oluşması da boşuna değil. Hepinizin buraya geldiğimde neler düşündüğünü biliyorum. Beni içeri almaya devam ederseniz, bir dahaki sefere kapıdan Yürekli Mişo değil, Çetnik Mişo girecek. Hepinizin canı cehenneme! Nerede olduğunuz, etrafınızda neler olduğu şimdi aklınıza geldi, askerler bıçaklarını bilerken siz bana içki ısmarlamak için kavga ediyordunuz. Şimdi de buradan kalkan en son treni yakalayamadığınız için Mişo'yu suçlayacaksınız. Devam edin, kafamı ezin - böylece daha sonra neden yapmadık diye dertlenemezsiniz. Ve hepinizin canı cehenneme!"
Yürekli Mişo yüzünü elleriyle örttü. Diğerleri sessizdi. Sonra barmen Zoka beceriksiz bir şekilde mırıldandı, "Lanet olsun, Mişo, ben de bir Sırbım."
Cevap vermeyince, futbolcu Velija ayağa kalktı ve omzuna hafifçe vurarak Mişo'ya bir şey söylemeye hazırlandı. Fakat çok geçti - boksör Velija'nın üstüne atladı ve yaradana sığınıp ona, Bosna'da daha önce benzerine rastlanmamış bir yumruk attı. Futbolcu Velija yere düşüp yığıldı.
"Lütfen Mişo yapma!" diye yakardı paraşütçü asker Meho, gözyaşları boşanmak üzereydi. "Utanılacak bir şey bu."
"Utanacak ne var, seni gidi Habeş maymunu?" diye cevap verdi Mişo.
"Eğer bilmiyorsan, sana söylememin ne yararı olabilir? Tramvayları düşün - bizleri düşün. Bu şekilde konuştuğun için utanmalısın."
Yürekli Mişo gerçekten bir kalp krizi geçirirmiş gibi, hayretle baktı. Çarşaf kadar beyaz yüzünde bomboş bir ifadeyle sandalyesine çöktü. Olay birkaç dakika içinde bitti. Hatta bir tramvayın geçmesi kadar bile uzun sürmedi.
Barmen Zoka bir bardağa konyak koydu ve Mişo'nun masasına götürdü. Bir süre hiç kimse kımıldamadı ve bar bir mezar kadar sessizleşti. Mişo gözyaşlarını silmeye başladı - ve sonra bir insan kalabalığı sandalyesinin etrafında toplandı. Fakat hiç kimse söyleyecek bir şey bulamıyordu. Dışarıda, uzakta makineli tüfek ateşinin ve patlamalarının sesini duyabiliyordunuz. Aniden tramvayların çanlarını çalmadan geçtiklerini fark ettiniz. Sanki odadaki her ruh, bir bedenden diğerine geçiyor, acı veren ve tanınmayan bir şeye dönüşüyordu.
O gece barın müdavimleri tek laf etmeden ayrıldılar. Ertesi gün, Kvarner'in önünde, pencerenin camını kıran bir top patladı. Mahallenin serserileri bara girdi ve barı tahrip ederek, içki çalarak kudurmuş gibi etrafa saldırdılar. Zoka'nın müşterilerinin çoğu Kvarner'den geriye ne kaldığını görmeye gelmediler bile. Belki de başka barlara gittiler ya da başka bir hikâyeyle hayatları son buldu.
(...)
*: Her şey olacağına varır.
Miljenko Jergovic, Sarajevo Marlboro
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder